- On 4 Eylül 2017
- In Faydalı Bilgiler Genel Bilgiler
- Tags:
Boğaziçi’nin İtalyan Mimarları
İtalyan kültürü üzerine önemli akademik çalışmaları bulunan Mimarlık tarihçisi Y. Doç. Dr. Sedat Bornovalı rehberliğinde, mimariye özel ilgi duyan bir grup için düzenlediğimiz tekne gezisinde temamız “Boğaziçi’nin İtalyan mimarları”ydı.
Açıkçası İtalyan mimarlar Boğaziçi’ne gerçekten iz bırakmışlar, hatta damgalarını vurmuşlar desek yanlış olmaz. Bu gezide Y. Doç. Dr. Sedat Bornovalı’dan dinlediklerimizden derlediğimiz başlıca notlar şöyle:
Boğaziçi’ndeki mimarlık yapıtlarının birçoğunun mimarı belli değil, ancak imzalı yapıtlar arasında kuşkusuz İtalyan sanatçılar en ön sırada yer alıyor.
Konut yapıları arasında en iri kütleli yapı bugün Mısır Başkonsolosluğu olarak hizmet veren Bebek’teki Sahil Sarayı. Art Nouveau (Arnuvo) üslubunun kazandırdığı zarafet sayesinde bu büyük kütle, sahilde son derece hoş ve huzur verici bir bütün olarak yer alıyor. Yapının mimarı Sloven kökenli bir İtalyan olan Antonio Lasciac. Çubuklu’daki Hıdiv Kasrı da Lasciac’ın, bu kez yine İtalyan Delfo Seminati ile birlikte gerçekleştirdiği bir eser. Seminati’yi aynı zamanda Nişantaşı Anadolu Lisesi’nin mimarı olarak tanıyoruz.
Bugün Baltalimanı Metin Sabancı Kemik Hastalıkları Hastanesi olarak bilinen Mustafa Reşit Paşa Sahil Sarayı ise İtalyan kökenli İsviçreli mimar Fossati’nin imzasını taşıyor. Aynı isme Mustafa Reşit Paşa’nın Beyazıt’taki türbesinde ve Ayasofya’da Sultan Abdülmecid’in 1847-1849 yılları arasında yaptırdığı kapsamlı restorasyonda da rastlamak mümkün. Mimarın Büyükdere’deki İspanyol Büyükelçiliği binası için de bir proje sunduğu biliniyor ancak gerçekleştirilen tasarım olduğu konusunda bir kesinlik yok.
Boğaza imzasını atan mimarlardan bir diğeri ise Alessandro Vallauri. Torino kökenli bu mimar kariyerinin ilerleyen dönemlerinde Fransız vatandaşı da oluyor ve ismini Alexandre Vallaury şeklinde yazmaya başlıyor. İstanbul Lisesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin de mimarı olmasıyla tanıdığımız Vallauri, Boğaziçi’nde gayet katı çizgilerle kendini gösteren kagir Tophane Müşiri Zeki Paşa Yalısından, Osmanlı olmaya çalışırken belki de dozunu biraz fazla kaçırarak oryantalistlikle sınırlı kalan Yeniköy Ahmet Afif Paşa Yalısını yapmakla kalmamış, İstinye Yeniköy arasındaki, Birinci Ulusal Mimarlık akımı çizgilerine sahip çıkan Osman Reis Camii’ni de gerçekleştirmiş. Beylerbeyi’ndeki Debreli İsmail Paşa Yalısı ve Çengelköy’de bugün Başbakanlık Anadolu Çalışma Ofisi olarak restore edilmiş bulunan Şehzade Vahideddin Köşkü de yine Vallauri imzalı.
Raimondo d’Aronco ise İtalya’nın Udine kentinde doğmuş. Birçok eseri hakkında ayrıntılı belgelere hala bu kentin arşivinde rastlamak mümkün. Anadolu yakasında İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi yönünden girişine en hâkim yapıların başında kuşkusuz Haydarpaşa Lisesi gelir (bugün Marmara Üniversitesi veya yapıldığı zamanki ismiyle Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane). Raimondo d’Aronco bu yapının tasarımını yukarıda ismi geçen Vallauri’yle birlikte gerçekleştirmiş. Boğaziçi’nde ilerledikçe Kuruçeşme’de Ali Vafi Köşkünün arkasındaki apartman yapısından Yeniköy’deki Faik ve Bekir Beyler’in İkiz Yalısına değin birçok yapıda imzası vardır. Kefeliköy’deki Dikranyan Yalısı da onun eseridir. Yalıları arasındaki en etkileyici eseri ise muhtemelen Tarabya otelinin bitişiğinde bulunan İtalyan Büyükelçiliği yazlık sarayıdır. Bu yapıt Boğaziçi’ndeki tüm Sefarethaneler arasında mimarının kim olduğu kesin olarak bilinen yegâne örnektir. Ne yazık ki acil restorasyona ihtiyacı olduğu kolayca gözlemlenmekte. Mimar d’Aronco, aynı zamanda, Tarabya’daki Cumhurbaşkanlığı yazlık konutu olan Huber Köşkü’ne de bugünkü görünümünü kazandıran ek binayı tasarlayan sanatçı.
Boğaziçi’ne eser bırakan mimarlar arasında Cumhuriyet döneminde de seçkin isimlere rastlanmakta. Boğaz’daki tek yapısı bu olmasa da Cenova yakınlarında doğmuş olan İtalyan mimar Edoardo de Nari’nin kuşkusuz en iyi hatırlanan yapısı Sabancı Müzesi’ne ev sahipliği yapan Prens Mehmet Ali Hasan Köşkü, diğer adıyla Atlı Köşk. Tarabya’da bir diğer konut yapısı daha bulunan De Nari daha çok Beyoğlu’ndaki yapılarıyla tanınıyor.
Yine Cumhuriyet döneminde bu kez farklı bir kulvarda, spor yapıları uzmanlığıyla ülkemizde çalışan Paolo Vietti Violi ise Boğaza girişte Avrupa yakasından bize bakan iki önemli yapıyı kentimize kazandırmış: Lütfi Kırdar Kongre Sarayı (yapıldığı zamanki ismiyle Spor ve Sergi Sarayı) ile İnönü Stadyumu. Mimari faaliyeti sadece bunlarla sınırlı kalmayan Vietti Violi Yeniköy’de bulunan, Baran Yalısı ismiyle anılan ve Boğaziçi mimarisinden hemen hiç esinlenmeyen bir “Sahil Villası”nın da mimarı. Bu yapıda İtalya’nın Venedik çevresi kır villalarının çağrışımlarını bulmak olası.
Şerif Yenen
Dr. Sedat Bornovalı’nın özel Boğaz Gezilerine katılmak için aşağıdaki görseli tıklayabilirsiniz: